16 Haziran 2010 Çarşamba

Yol

Sadece bir yolun olmasını bekleyen herkes gibiyim. Bir seçimim olsun ve o yol en iyisi olsun diye saçma olan bu dileğimin gerçekleşmesini isterdim. Çok basit, bayağı bir düşünce. Zira yine de doğruluğundan bir şey kabetmeden duruyor orada. Değişim hali heyecanlandırıyor, bilmek ihtiyacı artıyorsa zaten, yollar da fazla fazla üzerimize geliyor, biraz da korkutarak sağlamcı tarafımızı deniyor demektir. Çok da önemliydi sanki. Gücümüz yerinde, zekamız keskin, genciz de üstelik. Neden korkup da bu yolların hepsini denemeyelim ki derken buluyoruz kendimizi. Belki de tek yolumuzu, bunca kaosun arasında bulabileceğimizi düşünme naifliğimizden, yalnızca daha iyiyi ararken çokluğun içinde yok olduğumuzun resmini çizmekten öteye geçemeyeceğiz. Denemeden bilemeyiz öyle değil mi? Neden Ortaçağ cehaleti ile huzurlu bir yaşamı kurabilmek mümkün değil ki sanki. Uyan, tarlaya git, çalış, gel yuvana, ailenle zaman geçir, uyu. Şimdi her yerden fikirler akarken gözlerimize, kulaklarımıza, parmak uçlarımıza, kilitlenip bunca sese kulak vermek zorunda kalıyoruz. ‘Sadece yiyip içmeye gelmedik bu dünyaya be’ nidalarını atabilen herkes gibi, zihin felcine uğruyoruz. Yola başladığım gibi devam edebilseydim keşke. Bu durumda durmadan döngüye giren cümle ‘tek yol kendim’ olacaktı belki de. Kendiliğimiz kendiliğinden gelemiyor ki kendimize gelelim. Doğurulmuş bedenimden bir ben yaratmak zorunda kalmak, dünyaya gelmekten çok daha zormuş. Alıştıktan sonra gitmesi ise çok çok daha zor olacak gibi görünüyor. O kadar çaba ve emek boşa gitmeden, kendi yolumu net bir şekilde yaşamanın bir yolunu bulabilmek için çoğu siren şarkılarını duymazdan gelip, kırmızı halı üstünde yürüyen hayalimi unutup, çabasızlık içinde durgunlaşan insanların uyuşukluk dozlarını zerk ettikleri yerlerden uzak durmak en güzeli olacak gibi görünüyor. Milyonlarca çaba ile yaratılan bir hayat ne kadar kıymetsiz olabilir ki?